Güçlü Yılmaz
Japonya ve go oyunu arasında çok özel bir bağ vardır. Oyunun anavatanı Çin olsa da, en iyi oyuncular konusunda Kore gerçek bir üstünlüğe sahip olsa da Japonya'nın bu oyunun tüm dünyada tanınmasına olan katkısı çok büyüktür.
Kendi deneyimlerimden yola çıkarak Japonya ve Go arasındaki kuvvetli bağı anlatmaya çalışacağım.
Go oyunu serüvenim oldukça eski. Özellikle 1–2 ay içersinde benim 10 yılı aşkın bir süreden beri geldiğim seviyeye ulaşanlarla kıyaslayınca.
1999 senesinde ODTÜ'de Elektronik'te okuyan Serkan, Uzakdoğu kültürü ile olan yakınlığımı bildiği için oyunla ilgilenebileceğimi düşünmüş ve oyunu öğretmişti. Gerçekten doğru düşünmüş. Çünkü bu sayede hem yıllardır bu oyunu keyifle oynuyorum hem de bu oyun sayesinde pek çok güzel insanı tanımış durumdayım.
2008 yılında İzmir'de Türker Özşekerli ve Goizm ile tanışana kadar oyunu genelde 9x9 tahtada oynadım. Bu demek oluyor ki yaklaşık 9 yıl pek kendimi geliştiremedim. Bu 9 yıl içersinde go oyununa ilişkin benim için en önemli olay, uzmanlık derecesi 6p olan Japon Nakayama'nın bir dersine katılmış olmam. Sadece bu ders bile Japonya ve Go oyunu arasındaki kuvvetli bağı açıklamaya yeterliydi.
Bu ders sırasında bana ilginç gelen şeylerden bir tanesi tercümanın Nakayama'nın dediklerini çevirmekte zorlanması olmuştu. Tercüman hanımın bilmediği kelimeleri orada bulunan go oyuncuları rahatlıkla anlıyorlardı. Buradan Japoncanın zorluk derecesine ilişkin bazı ipuçları elde etmiştim. Aynı zamanda Nakayama ve oradaki go severler arasındaki iletişim gücünün yüksekliği tercümanı şaşırtacak boyuttaydı.
Nakayama ünlü merdiven sorusunu sormuş ve "go sevgidir" sonucuna varmıştı. Tahtaya koyduğu her taşı şefkatle kulağına götürerek hal hatır sorması ise aklımdan hiçbir zaman çıkmayan efsane bir öğretim tekniğiydi.
Umarım Nakayama'nın kitaplarının çevirileri bir gün Türkçe olarak yayınlanabilir.
2008 sonrasında, turnuvalara katılan, go liglerine iştirak eden, haftalık go buluşmalarında düzenliliği olan ve binlerce üyesi bulunan Online Go Eğitimi facebook sayfasında duyurulan eğitim etkinliklerini gerçekleştiren bir oyuncu haline geldim. Orta seviyede bir oyuncu olmama rağmen turnuva organizasyonunda da görev almaya başladım. Kısacası kendimi oyuna bayağı bir kaptırdım.
2011 Kasım'ında Japonya'ya doğru yola çıktığımda içimdeki tatlı heyecanın bir kaynağı da go oyununa ilişkin yeni bir şeyler göreceğime olan inancımdı. Bu konuda daha uçağa biner binmez güzel bir sürprizle karşılaştım. Japon gazetesi içerisinde bir go sorusu vardı. Gazetelerde görmeye alıştığımız satranç veya kare bulmaca yerinde bir go sorusu duruyordu. Varanasi'ye doğru ilerlerken restoranların vejetaryenleşmesi gibi bir durumdu bu ve gittiğim yönün doğruluğunu gösteriyordu.
Japonya'da Osaka sonrası gittiğimiz yer ufak bir kasabaydı. Kayınpederlerin evinin bulunduğu bu sakin ortam gökdelenlerin arasındaki süpersonik yaşama tam bir karşıtlık barındırıyordu. Akşam yemeği sonrası kayınpeder ile çok güzel bir gobanda (go tahtası) bir el go oynadık.
Benden bir iki gömlek (taş) üstün olduğu için rahat bir şekilde oyunu aldı. Ben 10k, O ise 5k civarındaydı. Oyuna engellerle başlamasına rağmen fazla zorlanmadı. Oyun oynarken dizinin üstüne oturdu. Ara sıra "Hımm ben bunu buraya koysam o da şöyle cevaplasa" gibisinden mırıldanmalar duydum. Bir kere de basit bir şekilde onu atariye almışken (taşlarını tek bir yerden nefes alacak şekilde bırakmışken) biraz düşündü ve sonra atariye düştüğünü gördü ve "Neden atari olduğunu söylemiyorsun ki?" dedi. "Turnuva maçı olmadıkça bu tip pozisyonları söylemek daha doğru olur" dedi. Böylelikle yeni bir go adabı daha öğrenmiş oldum.
Başka bir gün Yukari'nin arkadaşları ile bir yemekteydik. Gecenin sonunda Yukari'nin bir arkadaşının 8 ve 12 yaşlarındaki çocuklarının Kansaikiin'de (Kansai Go Derneği) go dersi aldıklarını öğrendim. 12 yaşındaki 1dan seviyesinde küçük olan ise 4 kyu seviyesindeydi. Çocuklar beni yurt dışından gelen bir go oyuncusu olarak algıladığından aralarında taş kâğıt makas oynayarak kimin benimle go oynayacağına karar verdiler. Gittiğimiz yerde go takımı olmadığından biz de telefon üstünden oynamaya başladık. Neyse ki oyun ortasına girerken yanlış bir tuşa bastım ve oyun yok oldu. Yoksa 8 yaşındaki çocuğa fena yeniliyordum.
Japonya gezimin en etkileyici olayı, daha sonra bu iki erkek kardeşin Cumartesi günlerini geçirdikleri Kansaikiin'e onlarla birlikte gitmem oldu. Ders başlamadan ağabey ile de oynadık. O da farklı bir şekilde beni yenmeyi başardı. Ders başladığında o miniklerin arasında dev gibi kalsam da ben de derse katıldım.
Paravanla ayrılmış iki bölüm vardı. Bir tanesinde 1dan seviyesinin üstündeki oyuncalar yer alıyordu. Öğretmenleri uzmanlık derecesini almış bir eğitmendi. Bizler 1–2 yılda bir turnuvalarda çok kısıtlı olarak uzmanlık derecesi almış oyuncular görebilirken buradakilerin her Cumartesi onlardan ders alması bende belirli bir kıskançlık oluşmasına neden olmadı değil. Belirgin bir program etrafında önce ölüm kalım soruları çözdüler. Sonra onlar da bizim gruptakiler gibi maçlar yaptılar.
Maçlar yapıldıktan sonra tekrardan eşleştirmeler yapılıyor. Günün sonunda seviyesi değişenler alkışlarla ilan ediliyor. Ben de son olarak dan seviyesindeki bir kızla oynadım. Ona da güzelce yenildim.
Orada bulunduğum süre boyunca çok eğlendim. Oradaki malzemeler, kitaplar, öğretmenler ve dernek binası umarım çok yakında buralarda da mevcut olabilir.
Kansaikiin giriş katında go malzemeleri satılıyordu. Burada ayrıca uzmanlığını almış oyunculardan dersler de alınabiliyor. Kansaikiin oldukça farklı üyelik paketleri sunuyordu. Ama genel olarak ücretleri duyunca İzmir'de olmaktan dolayı sevinç duyabilirsiniz.
Oradan go malzemeleri satan bir dükkâna gittik. Aslında sadece go değil şogi de vardı. Genel olarak go taşları ve tahtaları çok ucuz değil. Sanırım Kore veya Çin'den malzeme almak daha iyi olacaktır. Dükkânda özellikle yelpazeler ilgimizi çekmişti. Yelpaze geleneği oldukça ilginç go âleminde. Örneğin ben İzmir Go Ligi'nde Birinci olursam o yılın yelpazesinde ne yazacağını ben belirliyorum. Örneğin, Go Seigen'in "Bir taş daha ilerlemek en derin mutluluktur" sözünü yelpazeye yazdırabilirim. Belki de Bülent Ortaçgil'den "Konuşmasam taş olsam, Yine de oynar mısın benimle" diye de yazdırabilirim. Bir nevi o yılın padişahı siz oluyorsunuz ve siz ne derseniz o yazılıyor.
Dünyaya go oyununu tanıtan, Hikaru no go (Hikaru'nun Go Macerası) animesi ile çocukların gönlünü kazanan, oyunun terimlerinin Japonca olarak bilinmesini sağlayan, uzmanlık derecesi almış oyuncularıyla, go oyununun edebiyatını zenginleştiren yazarlarıyla Japonya; go oyununu seven birisi için gerçek bir hac ziyareti. Bunun yanında sizler de go oyunu oynayarak Japon kültürünü keşfedebilirsiniz.
Editör’ün notu: Bu yazı ilk olarak 12.08.2012 tarihinde http://www.torukonippon.com/ adresinde yayınlanmıştır, burada yazarın izni ile yayınlanmaktadır.
Japonya ve go oyunu arasında çok özel bir bağ vardır. Oyunun anavatanı Çin olsa da, en iyi oyuncular konusunda Kore gerçek bir üstünlüğe sahip olsa da Japonya'nın bu oyunun tüm dünyada tanınmasına olan katkısı çok büyüktür.
Kendi deneyimlerimden yola çıkarak Japonya ve Go arasındaki kuvvetli bağı anlatmaya çalışacağım.
Go oyunu serüvenim oldukça eski. Özellikle 1–2 ay içersinde benim 10 yılı aşkın bir süreden beri geldiğim seviyeye ulaşanlarla kıyaslayınca.
1999 senesinde ODTÜ'de Elektronik'te okuyan Serkan, Uzakdoğu kültürü ile olan yakınlığımı bildiği için oyunla ilgilenebileceğimi düşünmüş ve oyunu öğretmişti. Gerçekten doğru düşünmüş. Çünkü bu sayede hem yıllardır bu oyunu keyifle oynuyorum hem de bu oyun sayesinde pek çok güzel insanı tanımış durumdayım.
2008 yılında İzmir'de Türker Özşekerli ve Goizm ile tanışana kadar oyunu genelde 9x9 tahtada oynadım. Bu demek oluyor ki yaklaşık 9 yıl pek kendimi geliştiremedim. Bu 9 yıl içersinde go oyununa ilişkin benim için en önemli olay, uzmanlık derecesi 6p olan Japon Nakayama'nın bir dersine katılmış olmam. Sadece bu ders bile Japonya ve Go oyunu arasındaki kuvvetli bağı açıklamaya yeterliydi.
Bu ders sırasında bana ilginç gelen şeylerden bir tanesi tercümanın Nakayama'nın dediklerini çevirmekte zorlanması olmuştu. Tercüman hanımın bilmediği kelimeleri orada bulunan go oyuncuları rahatlıkla anlıyorlardı. Buradan Japoncanın zorluk derecesine ilişkin bazı ipuçları elde etmiştim. Aynı zamanda Nakayama ve oradaki go severler arasındaki iletişim gücünün yüksekliği tercümanı şaşırtacak boyuttaydı.
Nakayama ünlü merdiven sorusunu sormuş ve "go sevgidir" sonucuna varmıştı. Tahtaya koyduğu her taşı şefkatle kulağına götürerek hal hatır sorması ise aklımdan hiçbir zaman çıkmayan efsane bir öğretim tekniğiydi.
Umarım Nakayama'nın kitaplarının çevirileri bir gün Türkçe olarak yayınlanabilir.
2008 sonrasında, turnuvalara katılan, go liglerine iştirak eden, haftalık go buluşmalarında düzenliliği olan ve binlerce üyesi bulunan Online Go Eğitimi facebook sayfasında duyurulan eğitim etkinliklerini gerçekleştiren bir oyuncu haline geldim. Orta seviyede bir oyuncu olmama rağmen turnuva organizasyonunda da görev almaya başladım. Kısacası kendimi oyuna bayağı bir kaptırdım.
2011 Kasım'ında Japonya'ya doğru yola çıktığımda içimdeki tatlı heyecanın bir kaynağı da go oyununa ilişkin yeni bir şeyler göreceğime olan inancımdı. Bu konuda daha uçağa biner binmez güzel bir sürprizle karşılaştım. Japon gazetesi içerisinde bir go sorusu vardı. Gazetelerde görmeye alıştığımız satranç veya kare bulmaca yerinde bir go sorusu duruyordu. Varanasi'ye doğru ilerlerken restoranların vejetaryenleşmesi gibi bir durumdu bu ve gittiğim yönün doğruluğunu gösteriyordu.
Japonya'da Osaka sonrası gittiğimiz yer ufak bir kasabaydı. Kayınpederlerin evinin bulunduğu bu sakin ortam gökdelenlerin arasındaki süpersonik yaşama tam bir karşıtlık barındırıyordu. Akşam yemeği sonrası kayınpeder ile çok güzel bir gobanda (go tahtası) bir el go oynadık.
Benden bir iki gömlek (taş) üstün olduğu için rahat bir şekilde oyunu aldı. Ben 10k, O ise 5k civarındaydı. Oyuna engellerle başlamasına rağmen fazla zorlanmadı. Oyun oynarken dizinin üstüne oturdu. Ara sıra "Hımm ben bunu buraya koysam o da şöyle cevaplasa" gibisinden mırıldanmalar duydum. Bir kere de basit bir şekilde onu atariye almışken (taşlarını tek bir yerden nefes alacak şekilde bırakmışken) biraz düşündü ve sonra atariye düştüğünü gördü ve "Neden atari olduğunu söylemiyorsun ki?" dedi. "Turnuva maçı olmadıkça bu tip pozisyonları söylemek daha doğru olur" dedi. Böylelikle yeni bir go adabı daha öğrenmiş oldum.
Başka bir gün Yukari'nin arkadaşları ile bir yemekteydik. Gecenin sonunda Yukari'nin bir arkadaşının 8 ve 12 yaşlarındaki çocuklarının Kansaikiin'de (Kansai Go Derneği) go dersi aldıklarını öğrendim. 12 yaşındaki 1dan seviyesinde küçük olan ise 4 kyu seviyesindeydi. Çocuklar beni yurt dışından gelen bir go oyuncusu olarak algıladığından aralarında taş kâğıt makas oynayarak kimin benimle go oynayacağına karar verdiler. Gittiğimiz yerde go takımı olmadığından biz de telefon üstünden oynamaya başladık. Neyse ki oyun ortasına girerken yanlış bir tuşa bastım ve oyun yok oldu. Yoksa 8 yaşındaki çocuğa fena yeniliyordum.
Japonya gezimin en etkileyici olayı, daha sonra bu iki erkek kardeşin Cumartesi günlerini geçirdikleri Kansaikiin'e onlarla birlikte gitmem oldu. Ders başlamadan ağabey ile de oynadık. O da farklı bir şekilde beni yenmeyi başardı. Ders başladığında o miniklerin arasında dev gibi kalsam da ben de derse katıldım.
Paravanla ayrılmış iki bölüm vardı. Bir tanesinde 1dan seviyesinin üstündeki oyuncalar yer alıyordu. Öğretmenleri uzmanlık derecesini almış bir eğitmendi. Bizler 1–2 yılda bir turnuvalarda çok kısıtlı olarak uzmanlık derecesi almış oyuncular görebilirken buradakilerin her Cumartesi onlardan ders alması bende belirli bir kıskançlık oluşmasına neden olmadı değil. Belirgin bir program etrafında önce ölüm kalım soruları çözdüler. Sonra onlar da bizim gruptakiler gibi maçlar yaptılar.
Maçlar yapıldıktan sonra tekrardan eşleştirmeler yapılıyor. Günün sonunda seviyesi değişenler alkışlarla ilan ediliyor. Ben de son olarak dan seviyesindeki bir kızla oynadım. Ona da güzelce yenildim.
Orada bulunduğum süre boyunca çok eğlendim. Oradaki malzemeler, kitaplar, öğretmenler ve dernek binası umarım çok yakında buralarda da mevcut olabilir.
Kansaikiin giriş katında go malzemeleri satılıyordu. Burada ayrıca uzmanlığını almış oyunculardan dersler de alınabiliyor. Kansaikiin oldukça farklı üyelik paketleri sunuyordu. Ama genel olarak ücretleri duyunca İzmir'de olmaktan dolayı sevinç duyabilirsiniz.
Oradan go malzemeleri satan bir dükkâna gittik. Aslında sadece go değil şogi de vardı. Genel olarak go taşları ve tahtaları çok ucuz değil. Sanırım Kore veya Çin'den malzeme almak daha iyi olacaktır. Dükkânda özellikle yelpazeler ilgimizi çekmişti. Yelpaze geleneği oldukça ilginç go âleminde. Örneğin ben İzmir Go Ligi'nde Birinci olursam o yılın yelpazesinde ne yazacağını ben belirliyorum. Örneğin, Go Seigen'in "Bir taş daha ilerlemek en derin mutluluktur" sözünü yelpazeye yazdırabilirim. Belki de Bülent Ortaçgil'den "Konuşmasam taş olsam, Yine de oynar mısın benimle" diye de yazdırabilirim. Bir nevi o yılın padişahı siz oluyorsunuz ve siz ne derseniz o yazılıyor.
Dünyaya go oyununu tanıtan, Hikaru no go (Hikaru'nun Go Macerası) animesi ile çocukların gönlünü kazanan, oyunun terimlerinin Japonca olarak bilinmesini sağlayan, uzmanlık derecesi almış oyuncularıyla, go oyununun edebiyatını zenginleştiren yazarlarıyla Japonya; go oyununu seven birisi için gerçek bir hac ziyareti. Bunun yanında sizler de go oyunu oynayarak Japon kültürünü keşfedebilirsiniz.
Editör’ün notu: Bu yazı ilk olarak 12.08.2012 tarihinde http://www.torukonippon.com/ adresinde yayınlanmıştır, burada yazarın izni ile yayınlanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder