Yazar: Yasunari Kawabata
Adem Kayatepe
Bu kitap, roman, anı, otobiyografi ve belki de bunların toplamından daha fazlası olan bir yaşantıların bütününe karşılık gelmektedir. Çünkü kitaptaki bütünlüğü parçalara ayırdığınızda, bambaşka renkler barındırdığını ve bu ara renklerin bütününde görünen renk ile çok farklı duygular çağrıştırdığını fark edebileceksiniz.
Ayrıca, sanatın getirdiği kazanımları ve buna adanmışlığın, insan yaşamında nasıl bir tükenmişliğe yol açtığına da şahit olacaksınız. Zihinsel yorgunluğun, bedende nasıl şekil bulduğunu ve bunun karşısında gösterilen inadına ayakta kalma mücadelesini sanki bir oyunmuş gibi yaşantılayan bir adamın portresi aktarılmakta.
Bu portre, bir trajedinin yansımasıdır. Küçük bir dev adamın dramı. Dünya tarafından bilinen ve hayranlıkla kabul gören; buna karşılık kendi dünyasına sıkışıp kalmış, sessizliği bir içsel çığlığa dönüşmüş; bunu davranışa dökerken de hamleleriyle rakibin ruhuna işleyen ve insanda derin izler bırakabilen bir GO ustasının hayat hikâyesi.
Go, 4000 yıllık bir geçmişi barındıran en eski oyunlardan bir tanesidir. Go, Çin de hayat bulmuştur. Rivayetlere göre, Go nun ortaya çıkışı farklı senaryolar barındırmaktadır. Bunlardan bir tanesi, İmparatorun zekâ geriliğine sahip oğlu için bir oyun üretmeleri istenilmiş ve Go bu şekilde ortaya çıkmıştır. Diğer rivayet ise bunun tam tersini söylemektedir. Bin yıl sonra Japonya da oynanmaya başlanmıştır. İlerleyen dönemlerde, sarayda İmparatorun Go hocası bulunmaktaydı (Eski İmparatorluk döneminde, bu oyun aristokratların ve rahiplerin oynadığı bir oyundu. Burjuva sınıfı bu oyuna uzak dururdu).
Günümüzde de Go, Japonlar tarafından yüceltilmiş ve derinleştirilmiştir. Fakat bu oyunun hâkimi son yıllarda bütün ünvanları ellerinde bulunduran Koreliler olsa da, rekabet Çin, Japonya ve Güney Kore arasında geçmektedir.
Japonya, Go nun gerek kurumsallaşması ve gerekse diğer kıta ülkelerin hayat bulması adına çok önemli çalışmalar yapmıştır. Go yu sevdirmek için gerekli görsel ve yazılı basının yanında (Japonya'da Go TV ve Go Gazetesi vardır), eğitim programları oluşturmuş, eğitmenleri Go yu yaymak için başka ülkelere göndermiş; bu köklü ve gizemli oyunun insanlığa sunulan bir armağan olduğunu, insanlara ilahi bir görevmişçesine yaymaya çalışmışlardır.
Yukarıda da belirttiğim gibi, son on yıl içerisinde Güney Koreli genç oyuncuların geleneksel oyun kalıbından uzaklaşıp kendi stillerini yaratmaları ve rakiplerinin karşısında genel bir üstünlük sağlamaları, şampiyonalarda hâkimiyet kurduklarını söyleyebiliriz. Fakat gerek kurumsal ve gerekse profesyonellik bakımından Japonya, bütün ülkelerden çok önde yer almaktadır.
Go nun bir disiplin haline dönüştürülmesinin Japonya da gerçekleştirilmesine şaşırmamak lazım; çünkü Japonların gündelik hayatlarında ve iş yaşamlarında ne kadar sistematik ve kuralcı oldukları çok aşikârdır. Bu nedenle de bu oyunu kuramsallaştırma boyutuna taşıyarak, sanat haline dönüştürmüşlerdir.
Go Sanatını, sanki yeni bir dinsel öğretiymiş gibi insanlığın huzuruna sunmuşlardır. Aslında bakarsanız, Go sanatının Uzak Doğu da sınırlı kalmayıp tüm dünyayı etki altına alması, sadece Japonları değil, Uzak Doğu kültürünün bir parçası olan bu oyunun, Uzak Doğu insanını bile şaşırtmıştır. Ve çarpıcı olan gerçek şu ki; bu oyunla karşılaşan ve oynamaya başlayan insanlarda derin izler bırakmış olmasıdır. Bu etkileşim, kaçınılmaz bir yazgı haline dönüşmüştür. Ve büyük bir oyuncu kitlesinde, Uzak Doğuyu görme arzusu doğurmaktadır. Bu duygu, istek veya merak, otomatikleşen bir yaşantıya karşılık gelmektedir. Go oynayan, Go sanatının bir parçası olan kişilerde etkileşim, tartışılmaz bir çarpıcılıkla gözlemlenebilmektedir.
Go Ustası (The Master of Go) eserinde, tam olarak işlenen konu ise, Go nun varoluşu, kurumsallaşma süreci, sanat haline dönüştürülmesi, geliştirilmesi, bu sanata hayatını adamış usta ve çırakların arasındaki ilişki örüntüleri ve buna bağlı olarak da yaşanan sıkıntılar ve sınırlılıklar işlenmektedir. Yazarın aktarımları, bir soluk gibi içimize çekebileceğimiz bir şiirsellik taşımaktadır.
Bu kitap, okunma kitabı olmakla birlikte, aslında bir nevi kaynak özelliği de taşımaktadır. Çünkü bu eserde bahsi geçen oyun, gerçekte de yapılmış bir Unvan maçıdır. Kitapta yer alan bazı karakterlerin isimleri, gerçek hayattaki oyuncuların isimlerinden farklı olarak kullanılmıştır. Bunun yerine yazar, kendi uygun gördüğü isimleri vermiştir. Fakat kitapta Usta olarak adlandırılan kişinin ismi, yine gerçek hayattaki isimle aynıdır. Bunun nedeni, kitabın merkezinde Usta’nın olması ve eserin onun hayatı üzerinden besleniyor olmasında yatmaktadır. Yazar, eserde kendi adını da değiştirme gereksinimi duymuştur.
Usta (kitapta ve gerçek hayatta da bu şekilde anılmakta), sanatını yaşarken, go camiası içerisinde bir Go Azizi olarak anılmakta ve derin bir saygı görmekteydi. Buna bu değerin atfedilmesi, sanatına olan adanmışlığı, sanatını icra ederken kendine özgü olan yaratıcılığı, döneme ve sürece ilişkin getirdiği kazanımlar ve yetiştirdiği öğrenciler ve mücadeleci kişiliği, bütün profesyonel ve amatör oyuncular tarafından ve yanı sıra bu oyun ile alakalı idari görevler alan kişilerce büyük bir hayranlık duyulmaktaydı. Buna ek olarak Usta’nın son 30 yıldır kimseye yenilmemiş olması da dikkate değer bir performans olarak kabul görmekteydi. İlginç olan bir diğer özelliği de ustanın, diğer oyunlara olan ilgisi ve bu oyunlardaki sergilediği mücadelenin dikkat çekiciliğiydi. Çünkü kendisinden güçlü olan kişilere karşı mücadele etme isteği, onun kişiliğinin bir parçası haline gelmişti. Ve bu mücadele gerçekten de karşısındaki rakibini yıpratıcı bir etkisi söz konusuydu.
Ustanın gerek kendi sanatını icra ederken ve gerekse diğer oyunlarda kullandığı süre içerisinde gözlemlendiğinde, Usta sanki bir trans haline geçiyordu. Ve bu trans hali, uzun sürelere karşılık geliyordu. Bazen oyun esnasında yapacağı hamleleri gerçekleştirirken, kullandığı süre çok uzun sürmekteydi… Sıradan olarak nitelendirebilecek bir oyun, koca bir güne karşılık gelmesi içten bile değildi. Bu durumun rakipte oluşturduğu tepki, yıpratıcı olmaktaydı. Sonuçta, eğlencesine bile oynanan bir oyunun bu derece zorlayıcı olması, Usta için keyifli olsa da rakipleri açısından aynı yorumlanmamaktaydı.
Aslında bu durum, bir bakıma Usta’nın herşeyi çok büyük bir titizlikle önemsediğini de göstermektedir. Yani sanatını icra ederken, çok ince detaylara bile gerektiğinden fazla hassasiyet gösteriyor olduğunu bize anlatmaktadır. Bu duruma ilişkin Ustanın gündelik yaşantılarına dair örnekleri go camiası tarafından bilinmekteydi. Usta, evinde çalışırken, diğer odalardan gelen bebek ağlaması, evdeki çocukların yaramazlık yaparken çıkardığı gürültüler vs. karısını kaygılandırırdı; kocasının dikkatinin dağılmasına neden olacağı ve sinirleneceğini düşünür ve bu duruma önlem almak için çaba gösterirdi. Fakat günün sonunda, karısı rahatsız olup olmadığına dair soru yönelttiğinde, Usta bunların hiçbirini duymadığını ifade etmiştir.
Usta, transa geçmiş gibi yaşamakta; oyunları da bu şekilde gerçekleşiyordu. Bu trans hali, doğru noktasına ulaşman sürecine ilişkin Usta’nın sarf ettiği çabayı göstermektedir. Zaten son otuz yıldır yenilmemiş olması, bunu tüm çıplaklığıyla bize ispatlamaktadır.
Bu meditasyon hali, sadece Usta’ya özgü bir özellik içermiyordu. Diğer profesyonel oyuncular da bu trans haline bürünmektedir. Fakat Usta’nın durumu, diğer oyuncularınkinden daha yoğun yaşanmaktaydı. Bu zihinsel yoğunluk, çok büyük bir bedensel yorgunluğa neden olması, profesyonel oyuncuların sağlığı açısından ciddi endişeler doğurmaktaydı. Oyun esnasında, tahtanın başında bayılma durumları, böbrek problemleri, çok sık yaşanan mide şikâyetleri ve aşırı yorgunluk durumları, kronikleşen problemler listesini oluşturmaktadır.
Go nun insanı bir şekilde dış dünyadan soyutlamaya, yani bir nevi meditasyon yaparmışçasına bir ruh haline sürüklediğini söylemek, doğru bir tespit olarak kabul edilebilir. Bu içebakış süreci yani bir şekilde kendinle yüzleşme hali, insan psikolojisi açısından çok büyük yıpranmalara ve buna paralel olarak bedelleri olduğunu göstermektedir. Günümüzde çok değerli Go ustalarının ölüm nedenlerine baktığımızda beyin kanaması ve mide kanseri gibi nedenlerden dolayı hayatları sona ermektedir.
Bu ruh hali, sadece Go oynamaya ilişkin bir durumla sınırlı değildi. Gündelik yaşamlarında da bu durumu sürdürmekteydiler. Olaylara bakış açısı, tahtadaki bir problemi çözmekle eşdeğer tutup, davranışa dökerken ki süreçler, oyun esnasındaki süreçlerle ortak benzerlik taşımaktaydı..
Hayat, Go nun basitleştirilmiş bir yansıması, olarak yorumlanmaktaydı. Diğer gerçek ise, herkes hayatı bir oyun olarak düşünmüyordu. Bundan ötürü bu söz, biraz mistik bir ifade olarak yorumlanabilir. Fakat yadırganması beklenemez. Çünkü başka sanatlarla uğraşan insanların da, kendi icra ettikleri mesleklerine ilişkin uzantılar barındıran hayata dair yorumlamalarda bulunduklarını bilmekteyiz.
Usta, yaş itibari ile rakibinin iki katı büyüklüğündeydi. Yani, yaşlı ve yıpranmış birinin karşısında, ondan daha dinç duran ve ustanın yanında azımsanmayacak kadar iyi bir oyuncu bulunmaktaydı. Hal böyle olunca, ustanın deneyimi ve birçok ünvanı elinde bulundurması, yenilmezliğini elinde tutması, rakibinin üzerinde psikolojik bir baskı yaratmaktaydı.
Bu maçın ticari boyutu da çok ön plandaydı. Ünlü bir gazete, sponsor olmakla kalmayıp, bu maç süresince yaşanılanları aktarması için gazetecisini göndermiş ve düzenli olarak yazı göndermesini istiyordu. Büyük bir organizasyon olmasından ötürü, kurallar ve oyunun süresi normalden farklı olarak düzenlenmişti. Maç, 3 ay içinde sonlanması planlanmış, kişi başı 40 saat düşünme süresi tanınmıştı oyunculara. Şimdiye kadar görülmemiş bir olaydı. Normalin 4 katı fazla süre tanınmıştı oyunculara. Tüm Go camiası bu organizasyona kilitlenmiş, tarihe geçecek oyun hakkında haberdar olmak ve Usta’nın son maçında ünvanını koruyup koruyamayacağını merak ediyorlardı. Bu organizasyon, kim ne derse desin her yönüyle çok fazla dinamikler barındırıyordu.
Ustaya olan hürmetten ötürü, dernek yetkilileri çok dikkatli davranmaya çalışıyorlardı. Diğer yandan bu organizasyondaki kurallara uyması içinde Usta ile psikolojik bir savaş içindeydiler. Fakat ellerinden geldiği kadar buna direnmeye çalışıyorlar, Usta’nın rakibi Otake de (haberi olmasa da) kendilerinin temsilcisi olarak kabul görülüyordu. Yani oyun içinde başka mücadelelerde verilmekteydi. Gerek oyuncular, gerek Go derneğindeki yetkililer için çok gergin bir süreç yaşanmaktaydı.
En iyi olmak, herkes tarafından saygı görülmenin yanında, biraz da zorlayıcı olabilmekteydi. Usta, turnuvadaki kuralları zorlayıcı isteklerde bulunabiliyordu. Zaten hastalığının olması, yetkilileri ve rakibini kaygılandırıyordu. Çünkü bu organizasyon, çok zorlayıcı olması sebebiyle Ustayı çok yormakta ve hastalığı bakımından kötü sonuçlara sürükleyebilirdi. Kaldı ki, böyle de oldu.
Organizasyon, üç aylık bir süreyi kapsayan, Usta’nın sağlık sorunu nedeniyle hastaneye kaldırılması ve tedavi olması sebebiyle ertelendi. Bu da turnuva da çok büyük bir aksaklık yaratmıştı. Sponsor firma, organizasyon yetkilileri, Go camiası, oyunu takip eden herkes merak içinde olayın seyrini izlemekteydiler.
Herşey bir yana, en çok kaygılı olan ve rahatsızlığı taşıyan rakibi Otake idi. Çünkü kendisini suçlu hissediyordu. Usta, oyunun ortasında rahatsızlanmıştı ve kendisinin çok zorlayıcı hamlelerde bulunması, Usta’yı yormuştu. Bunun vicdani rahatsızlığını taşımak, her geçen gün daha da artmaktaydı. Otake için inanılmaz bir sorumluluk ve suçluluk duygusu baş göstermekteydi.
Bu yaşanan olay, birçok yönden ele alınarak yorumlanabilirdi. Ki Go camiasında konuşulmaya başlanmıştı. Ustanın bu maça çıkmasındaki sebep, ticari kaygılar taşıması olarak yorumlanmıştı. Çünkü sponsor firma, çok önemli bir miktarda para ödeyecekti.
Otake açısından olumsuz bir eleştiri yapılmamaktaydı. Çünkü kendisi sağlık sorunu ve benzeri herhangi bir handikapı yoktu. Bunun yanı sıra profesyonel bir Go oyuncusu olmasından ötürü bu tarz organizasyonlarda zaten yer alıyordu. Bu unvan maçına çıkmadan önce yapılan turnuvada da çok büyük bir performans göstererek birinci olmuş ve Usta’nın rakibi olmaya hak kazanmıştı. Hatta gösterdiği performans çok konuşulmuştu; çünkü hocasına karşı bu turnuva da üstünlük sağlamıştı. Ve söylenenlere göre, hocası yaşadığı bu mağlubiyeti, hiçbir zaman unutamayacağını belirtmişti yakınlarına.
Ustanın durumu apayrı bir sorun arz etmekteydi. Bundan önce 2 ünvan maçına daha çıkmıştı. Ve bunlardan birisinde, yine sağlık sorunlarından ötürü ertelenmiş ve maç uzamıştı. Bu üçüncü unvan maçına çıkışında hayatına mal olacağını bilse de, oynamayı tercih edip edemeyeceği hakkında net bir şey söylemek çok güç. Fakat bence, Usta’nın kişiliğini göz önünde tutarsak, onun mesleğine olan adanmışlığı karşısında bu oyunu kabul edip, hayatına mal olsa dahi mücadele ederdi.
Usta’nın yakınları, Usta’nın ölümünün Go tahtası başında gerçekleşmesini arzuladığını da belirtmişlerdi. Go azizine yakışan bir son!
Usta hastaneden çıktıktan sonra organizasyon kaldığı yerden devam etmek üzere hazırlıklar yapıldı. Rakibi Otake'ye, Usta'nın hastalığı hakkında bilgi verilmemişti. Ustanın kalbi çok sorunluydu ve beden sağlığı, ciddi anlamda yaşamını tehdit edici boyuttaydı. Ne zaman ne olacağı belirsizdi. Bundan dolayı her maç gününün öncesinde, doktor muayenesinden geçirtiliyordu. Doktorun geri bildiriminden sonra oyun başlamaktaydı. Usta, yine de mücadele etmekten geri durmama konusunda taviz vermiyordu.
Usta, yaşanılanların farkındaydı. Organizasyon yetkililerinin içine düştüğü sıkıntı, sağlık durumu, rakibinin ruh hali. Fakat tahtanın başına geçtiğinde, bütün bu sorunlardan arındığını hissediyordu. Bu trans hali, birşeyleri ötelemekten başka bir anlam ifade etmiyordu.
Otake, Go camiasında önemli bir pozisyona sahipti. Bu maç: bir çağın sonu, yeni bir çağın da köprüsü olarak görülmekteydi. Ancak, Usta’nın sağlık durumu, Otake için ahlaki ikilemlere neden olmuştu. Kendisini suçluyordu ve bu utanç karşısında, nasıl baş edebileceğini bilememekteydi. Oyunu bırakmak, turnuvadan çekilmek, kendisi için en iyi çözüm olarak yorumluyordu.
Otake'nin kararı, organizasyon yetkilileri üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Kimse, ne yapılacağı hususunda bir karar alamıyor, süreci etkilemek için devreye Otake’nin eşini ve dostlarını sokarak, çözüm bulmaya çalışıyorlardı.
Otake, yetkililere: beni bir sakatla karşılaşma yapmamı mı istiyorsunuz? diye bir çıkışta bulunmuştu. Evet, haklıydı. Usta, oyun esnasında hayatı sona ermiş olsa, tüm dünya ve otoritelerin Otake üzerinde suçlamalarda bulunması, içten bile değildi. Kaldı ki, bulunulmasa dahi, Usta' ya duyduğu saygı ve hürmetten ötürü kendisini geri kalan hayatı süresince suçlu hissedecekti. Belki bu pişmanlık, onu Go sanatından uzaklaştırmasına sebep olabilirdi.
Otake, oynamaya ikna edildi ve kuralların biraz daha esnekleştirilmesine karar verildi. Bir yandan da sponsor firma, organizasyon yetkililerini sıkıştırmaktaydı. Buna çok büyük para yatırmışlardı ve devam etmesini istiyorlardı.
Herkes, duruma ilişkin farklı değerlendirmeler ve anlamlar yüklüyordu. Sponsor firma ekonomik kaygılar içindeydi; organizasyon yetkilileri kuralların Usta tarafından devamlı müdahalede bulunması sebebiyle, otoriteyi sarsıcı olmasından dolayı rahat değildiler ve rakibi Otake ise olaya ilişkin bambaşka duygular içindeydi.
Bu oyun, şimdiye kadar gerçekleşmiş maçlar içerisinde çok farklı bir öneme sahipti. Otuz yıllık bir yenilmezlik son bularak yeni bir çağ mı açılacak, yoksa Usta yenilmezlik ünvanını sürdürecek miydi? Arkeolojik bir kazıdan farksızdı. Bulacağımız şey, tarihi bir mirası gün ışığına çıkartıp yeni bir keşif yapmakta olabilir; sadece inşaat şantiyesi niteliğinde bir çalışma da olabilirdi.
Usta, kendi içsel dünyasında arkeolojik bir gezinti sürecinde olduğu zamanlar, dışarıdan bir aziz gibi tasvirlenmekteydi. Gerçek şu ki, doktorun dediği, Usta’nın sahip olduğu incecik bacaklar, bedenini nasıl taşıyor olduğuna hayret etmekteydi. Bedensel görünümü, ergenliğe yeni adım atmış bir çocuğun bünyesiyle eşdeğerdi. Ve böyle bir durumdayken, derin düşüncelere dalmak, Usta’nın sağlığını yıpratmaktan başka bir anlamı yoktu. Fakat o sanatını en iyi şekilde 'yaşamaktan' başka bir amaç taşımıyordu. Belki de arzu ettiği ölüm, kendisini bu şekilde, Goban'ın (Go tahtası) başında ve mücadele halindeyken bulacaktı.
Kitapta, Usta’nın bedensel görünümünü Goban başındayken devleştirilmesi, belki de gösterdiği olağanüstü çabaya karşılık bir ödül gibi düşünülebilir. Bu tasvir, çarpıtılmış bir gerçeğin duygusal olarak zihnimize kazınmasından öte bir şey değildi.
Honinbo Şusai'nin (sağda) kitapta da bahsedilen son resmi oyunu |
Goban, yatay ve dikey olmak üzere 19 çizginin birleşmesiyle oluşmaktadır. İlk görüşte dama tahtasını andırsa da, sonrasında yerini gizem duygusuna bırakırdı. Çünkü bu kadar geniş bir alanı barındıran oyun, muhakkak ki kişiyi derin kuytulara ve büyük hesaplaşmalara yönlendirirdi.
Goban, bir yaşam düzlemi olarak yorumlanır ya da bir savaş meydanı. Oyuncular birer komutan olduğu varsayılır, Go taşları da askerleri. Gobanın başına oturduğunuzda, bir hesaplaşmanın mücadelesini veriyor olacaksınızdır. Kararsızlığınız, zayıflığınız yansıtacak; kaygılarınız ise içine düştüğünüz esaretiniz.
Goban, sizi büyülü bir kapıdan içeri davet etmektedir. Kapının kolunu tutarak yani taşı elinize aldığınızda artık kapıdan içeri girmiş, geri dönüşü olmayan bir serüvene başlıyorsunuzdur. Bu macera da, keşfettikleriniz, fethettikleriniz, varoluşunuza dair yeni anlamlar kazandırarak, heyecanınızı doruğa çıkartan mücadeleleri temsil edecektir.
Go, Goban ın kesişim noktaları üzerine Go Taşlarını oyuncuların sırayla koymasıyla oynanmaktadır. Taşlar (Ishi) siyah ve beyaz renklerden oluşmaktadır. Goban da 361 tane kesişim noktası olduğundan, 181 siyah, 180 beyaz bulunmaktadır.
Gonun etkileşimini tetikleyen bir diğer faktör de taşların renklerindeki zıtlığın yanında (Siyah & Beyaz), birbirleriyle oluşturdukları ahenk ve ölüm-yaşam paradoksu ile renksel uyuma karşılık bulmasıdır.
Go'nun en basit amacı, oyuncuların Goban üzerinde maksimum alana hâkim olmasıdır. Bu hâkimiyeti kurarken, minimum taş kullanmaya çalışırlar. Bunu yapabilmek için de, oyuna stratejik yaklaşımlar kazandırmak gerekmektedir. Bu senaryolar, sonsuz olasılıkları içermekle birlikte, her bir strateji, hatta bir hamle, bir yaşantıya karşılık gelmektedir. Çünkü her yeni hamle, belli bir amaca yönelik oynanmaktadır.
Oyuncular hamle yaptıklarında, kurallar çerçevesinde geri alma şansları bulunmamaktadır. Bu durum, gerçek hayatla çok paralel benzerlikler göstermektedir. Çünkü gündelik yaşantılarımızda ya da hayatımıza dair alacağımız kararların sonunda, geri adım atma imkânımız yoktur ve tutarlılık adına bu doğrultu da davranışlarımızı yaparız. Oyunda da bu şekilde gelişmektedir.
Oyuncuların bu kadar uzun düşünmeleri, kendilerini bekleyenin ne olduğu gerçeğinin önündeki sis perdesini az da olsa görünür kılmak istemelerinde yatmaktadır. İki seçeneğiniz vardır: birincisi, dipsiz bir kuyuya taş atıp, kulağınızı boşluğa dayayıp, ne zaman sesin yankı yapacağını duymak ve buna istinaden derinliğe ilişkin bir düşünceye sahip olmak; diğer seçenekte, ışık tutmaktır; karanlığın içinde bizi bekleyenin ne olduğunu tahmin ederiz. Buradaki ironi, tam olarak sonuca ulaşmanın güçlüğüdür. Fakat mutlak gerçek dediğimiz tam olarak neye karşılık geliyor ki!
Goyu etkileşime çok açık kılan en temel faktör de, kurallarının çok basit olmasında yatmaktadır. Dört yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği sadelikte ve basitlik içermektedir. Fakat oyunda derece atladıkça yani oyunu öğrenmeye başladıkça, bir girdaba sürükleniyor gibi hissedersiniz. Tam bir kaos meydana gelmiştir. Çünkü daha çok bilmenin getirdiği gücün, sizin stratejiniz üzerinde daha çok manipülasyon yapmaya iter. Seçenekleriniz çoğalır ki bu bir keşiftir. Çünkü alternatifleri görmeye başlamak yani fark edebilmek, sizin oyundaki performansınız ile ilişkili bir gelişimdir. Lokal düşünmekten uzaklaşır, tahtanın bütününe yönelik düşünmeye başlarsınız. Düşünme süreleri uzar, seçimler zorlaşır, mücadele ağırlaşır… Her hamleniz, gerçek bir yaşantıya karşılık geldiği fikrini benimsersiniz bu süreçte. Profesyonel oyuncuların oynadığı oyunların kayıtlarını incelediğinizde, ilk başta çok anlamsız gelir. Ne hamleleri anlayabilirsiniz, ne de bu kadar düşünülmesi gerektiği gerçeğini görebilirsiniz. Çok havada kalan bilgilerdir. Zaman geçtikçe, profesyonel boyuta gelinmese dahi, ortalama bir oyuncu olduğunuzda, Go denilen oyunun, aslında taşların tahtaya rastlantısal olarak yani sezgisel bir şekilde koyularak oynanan bir oyundan fazlası olduğu kavranabilmektedir.
İlk öğrenmeye başladığınızda, küçük alanlarınızla yetinmek, sizi tatmin eder ve rakip tarafından sıkıştırıldığınızda, esir alınmamak adına mücadele verirsiniz. Yaşamanızı sağlayan şekilleri (iki göz) yaparsınız. Biraz ilerlediğinizde, Go aslında bir alan yapma oyunundan ibaret olduğu kanısına varırsınız. Daha ilerleyince, aslında amacın alan yapmaktan daha fazlası olduğu gerçeği ile karşılaştığınızda, zorlanmaya başlarsınız. Saldırmayı keşfedersiniz. Bu sizin içinizde yatan fethetme arzunuzun dışavurumudur. Bu sırada her saldırınız bir şekilde geri püskürtülür. Başarısızlığınız, aslında başarınız için gerekli olan bir ihtiyaçtır. Çünkü yaptığınız saldırıdaki stratejik hatalarınızı görebilme imkânınız doğmaktadır. Bunun yanı sıra, saldırılarınızdaki başarınızın da, aslında gerçek bir başarı değil, sadece rakibin yaptığı başarısızlık ile ilişkili olduğunu da öğrenirsiniz. Bu bilgiye sizden daha iyi bir oyuncudan yardım alarak oyununuzu yorumlaması ile mümkün kılınır. Ya da siz, oynamış olduğunuz oyunu tekrar gözden geçirdiğinizde, doğru oynaması gerektiği hamleyi çözümleyebilme durumunuzda vardır.
Bu ilerlemeler devam ettikçe, Go'nun bir denge oyunu olduğunu keşfedersiniz. Tahta üzerinde bir varoluş savaşı verildiğini anlarsınız. Alan yapmaktan çok daha fazlasını içerdiğini, rakip tarafından sıkıştırılmaktan ziyade rakiple bir çarpışma içine girmeye başlarsınız. Tam olarak burada, varoluşunuzun getirdiği tohumların sizi tahta da beslemeye başladığı anlara karşılık gelir. Çünkü tahtadaki ilk hamleleriniz, sizin ilk yaşam belirtilerinizdir yani hayata ektiğiniz ilk tohumlardır.
Bilinçsizce yapılsa dahi, tahtaya koyulan her hamle, bir şekilde oyunun ilerleyen evrelerinde farklı anlamlar kazanabilir ve bu bilinçsizlik hali, deneyimledikçe bilgiye dönüşür ve olabildiğince çok fazla hamleyi amaca yönelik tahta üzerinde doğru noktalara oynanabilir. Buradaki doğru, sizin algısal kapasitenizle sınırlıdır. Tahtaya bakış açınız, hamleleri yorumlayışınız, sizi mücadele esnasında başarıya da taşıyabilir, başarısızlığa da. Oyuncunun amacı da zaten bu algılama kapasitesini yani farkındalığını yükseltmeye yöneliktir. Bu farkındalık, sahip olunan avantajı, kısıtlı değerlendirebilmek ile; varolan sıkıntılı bir durumu faydalanılabilecek bir hale dönüştürebilme olasılığının ilişkisel bütünlüğüdür. Seçiminiz ve sonuçlarınız, sizin farkındalığınızı gösterir.
Hayat ile Go arasındaki bütünlük, oyuncuların bu oyuna olan obsesif boyuta varan ilgilerini normalize eden bir gerçeklik sunmaktadır. Go sanatının, oyuncularda bilişsel ve duygusal doyuma ulaştırması, adanmışlığı pekiştiren önemli bir diğer özelliktir.
Go'yu bir savaş sanatı olarak lanse edersek, yanlış bir tanımlama yapmış olmayız. Siyah ve beyazın ahengi, oyuncuların mücadelesi, eşsiz bir armoninin parçalarını oluşturmaktadır…
Go'nun taşlı yoluna hoş geldiniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder